10 Mayıs 2017 Çarşamba

Zaman Zaman...

  Zaman öyle bir kavram ki; insanın bir türlü tanımlayamadığı ama tanımlamak için de sürekli tepindiği bir deniz ya da uzaktan bakınca bir avuç su... Bu suyun içinde dönüp durdukça kabuğumuz başkalaşıyor. Yeri geliyor bu kabuk saydam oluyor, yeri geliyor kaskatı kesiliyor.

  Mesela ben bu süreci hep kaydetmek istiyorum. Sürekli notlar alıyorum, fotoğraflar çekiyorum, videolar kaydediyorum ve bazen bunları sosyal medyadan paylaşıyorum. Çünkü unutmaktan çok korkuyorum. Etkilendiğim bir rüya gördüğümde de gece uyanıp onu yazıyorum. Okuduğumda yine aynı hissi yaşayabiliyorum. Yıllarca görüşmediğim birinin sesini beynimde hep canlı tuttum, çünkü o zamanlar o sesi kaydetme şansım olmamıştı. Bazı geceler beynimde o sesin pratiğini yaptım. Yıllar sonra o sesi tekrar duyduğumda yaşadığım mutluluğu buraya yazarak tarif edemem. Hem beynimde sürekli yaptığım pratiğin başarılı olduğuna, hem de o sesin hiç değişmediğine sevindim. Bunu başardığım için hala ''Bu saçmalığı iyi ki yaptın.'' diyorum kendime. Dönüp bakınca da aslında geçmiş zaman kavramını kendim oluşturmuş gibiyim. Hatırlamak istediklerimi kaydedip, beynimde canlı tutup, hatırlamak istemediklerimi zaman denen suyun dibine itiyorum.

  Artık bu konuya daha şeffaf yaklaşıyorum sanırım...  İçimdeki devasa boşluğu kenarlardan minik minik doldurarak küçültüyorum. Geriye dönünce özlemler ve pişmanlıklar bana artık bugünün tebessümünü hediye ediyor ya da bu yaşta aldığım bu hayatı olumlama kararı benim içimde sıcacık bir soba oluyor. Bende üzerine kestaneleri dizip keyif yapıyorum.

  Yani anlayacağınız şu sıralar kestane kebap!