ARKANA BİLE BAKMA
Kent, yaratıcısını içinde yaşatabilen bir diyalektiktir.
İnsan doğaya ait olmasına rağmen, doğadan kendini korumak ister ve arayış
içerisine girer. Kent de böyle ortaya çıkmıştır, yani insan tarafından
yaratılmıştır. Aslında baktığımızda kent, insanın değişimini de ortaya
koyabilen konsept bir oluşumdur. Bu değişimde endüstriyel kapitalizm ve
insanları eteğinde sallayan teknoloji göz ardı edilemez. Kent yaşamı bu temel
dinamiklerin üzerine inşa edilmiştir. Bu devasa düzene kuş bakışı baktığımızda,
kapitalist sistemin kar marjını arttırmak adına didinen koskocaman bir sürü
gözümüze çarpar.
Kent düzeni bizi sürekli kovalar. İşe yetişiriz, otobüse
yetişiriz, akşam yemeğine yetişiriz, doktor randevusuna yetişiriz, toplantıya
yetişiriz. Bu yetişmeler bizi bunalttığında ise sinemaya yetişiriz, konsere
yetişiriz, tiyatroya yetişiriz, alışveriş merkezinin sakin saatlerine
yetişiriz, yetişiriz, yetişiriz... Hafta içi hayatının tüm bunaltıcılığı insanı
eğlenme, para harcama, aktivitelere katılma zorunluluğuna iter. Yani hem
ekonomiye hem de sisteme katkı sağlamış olur.
Kentte zaman sürekli
hızlanır ve o hızlandıkça adımlarımız da hızlanır. Bir bakmışız artık koşuyoruz
ve ne tuhaftır ki otokontrolümüzü kaybetmişiz, artık duramıyoruz. Kentin
makineyi andıran ritmi bizi de çoktan içine almıştır. Farkına bile varmadan,
ancak kuralların izin verdiği ölçüde özgür yaşayabiliriz.
Bu kaosta yaşam
alanlarımız bizim için geçici bir kurtarıcıdır. Ama artık yaşam alanlarımızın
sabit kalacağına ya da değişeceğine kent karar veriyor. Fiziksel ve sosyal
dönüşüm kent için bir nefes alıp verme şekli olduğundan bu durumda da son sözü
yine kent söylüyor. Alt sınıf kendi düzeninden, yaşam alanından koparılıp uzay
boşluğuna bırakılıyor ve kalan boş alan için kent yerleştirmelere başlıyor. Sonunda
yüksek vitrinlerin ardından kaosu izleyecek, farkına varacak zamanımız ve
bilincimiz kalmıyor. Öyleyse bir gecede kızaran domatesin ağzımızda bıraktığı o
plastik tatla tam gaz koşmaya devam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder